Tayland – Bangkok

Tayland’ın başkenti Bangkok seyahatimizde hem varış hem de dönüş noktamız olduğu için, buradaki zamanımızı gidiş ve dönüşte ikişer gün olarak bölerek toplamda Bangkok’a dört gün ayırmaya karar verdik.

Direkt uçuştan çok daha uygun olduğu için biletlerimizi Etihad’dan almıştık. İlk defa Etihad’la seyahat ettik, uçaklar oldukça konforluydu. İstanbul’dan 14:30’da bindiğimiz uçağımız, akşam saatlerinde Abu Dhabi’ye vardı. Abu Dhabi havaalanı Dubai’dekine göre epeyce küçük olsa da rahat koltukları sayesinde aktarması olan yolcular için ideal. Ayrıca güzel bir kütüphane alanı da yapmışlar, çok beğendik.

Abu Dhabi’deki aktarmamız yaklaşık 3 saatti, gece Bangkok uçağına bindik. Uçak Almanlarla doluydu. Sabah Bangkok saatiyle 08:30’da Bangkok’a indik.

Suvarnabhumi havaalanından şehre ulaşım çok kolay. Taksi de tutulabilir ama metro sistemi çok rahat ve ucuz olduğu için kesinlikle metroyu öneririm. City ve Express diye iki tane metro hattı var, şehir merkezine gidiyorlar. Biz o hattan BTS hattına aktarma yaparak yaklaşık bir saatte otelimize ulaştık.

bangkok-bts-busy-road

Otelin bulunduğu Phrom Phong, Bangkok’un kozmopolit ve hareketli Sukhumvit bölgesinde. Burada hem sırt çantalı turistlere hizmet veren ucuz hosteller, hem pahalı ve lüks otel, rezidans ve alışveriş merkezleri, hem nefis sokak lezzetleri sunan tezgahlar, hem de sayısız masaj salonu var. Bizim kaldığımız Nandha Hotel tatlı bir butik otel, odaları geniş ve tertemiz. Otelin bisiklet ve seyahat temalı tasarımını da çok sevdik. Vardığımız saatte odamız henüz hazır olmadığı için eşyaları bırakıp biraz dolaşmaya çıktık.

İlk durağımız bölgedeki lüks alışveriş merkezlerinden EmQuartier ve Emporium oldu. Normalde alışveriş merkezlerini sevmem, hatta son 1-2 yıldır minimalist yaşama çabalarım nedeniyle mümkün olduğu kadar alışveriş de yapmıyorum. Ama Bangkok’ta sosyal hayatın nabzı alışveriş merkezlerinde atıyor, bunda sıcak ve bunaltıcı havadan klimalı ortama kaçış isteğinin de etkisi var tabii. Metro hattı BTS’in etrafında sayısız alışveriş merkezi var, çeşitlilik olarak da çok zenginler. H&M, Zara gibi perakende devleri de, çok hoş tasarım ürünler de, Prada ve Gucci gibi lüks markalar da var buralarda. Tayland’da tasarlanmış ve üretilmiş ürünler gerçekten çok güzel ve uygun fiyatlı.

Yemek konusunda da aynı çeşitlilik var tabii ki, süper lüks restoranlar da sokak lezzetleri de Bangkok avmlerinde yerini alıyor. Biz Tayland’a gelmeden önce seyahat bloglarındaki yazıları okuyup Netflix’te Somebody Feed Phil‘in Bangkok bölümünü de ağzımızın suyu akarak izlediğimiz için zaten sokak yemeklerinin hayaliyle yaşıyorduk. O yüzden EmQuartier’deki orta-üst segment restoranları pas geçip Foodhall denilen kısma yöneldik. Burada herhangi bir avm’nin yemek alanından bekleyeceğiniz McDonald’slar, KFCler yok. Aynı dışarıdaki yemek pazarlarındaki gibi bir veya birkaç yiyecek üzerine uzmanlaşmış standlar var, ama ortam modern, tertemiz ve klimalı. Hoş bize göre bazen de ne kadar pis, o kadar lezzetli 😄 Foodhall’da şöyle bir sistem var, önce kasaya gidip verdikleri yemek kartına biraz para yüklüyorsunuz, mesela 400 baht (yaklaşık 55 lira – Mayıs 2018). Yiyip içtikten sonra tekrar kasaya gidip kartı iade edip içindeki parayı geri alıyorsunuz. Biraz zahmetli görünüyor ama aslında tek tek tüm satıcılarla bozuk para alışverişi yapmaktan daha kolay. Burada yemekler genelde 80-100 baht, ki Bangkok’ta sokak tezgahlarında da fiyatlar hemen hemen aynı.

tayland-yemeği-boat-noodles
Ah o kadar acı koymasaydım iyiydi…

Burada boat noodles denilen çorbamsı bir noodle yemeği yedik. Thai yemekleri sipariş verirken özellikle “less spicy” diye belirtmediğiniz sürece epey acı oluyor. Thai mutfağına İngiltere’de alışmış ve çok sevmiştim. İstanbul’da da zaman zaman evde kendim yapıyorum veya ÇokÇok gibi restoranlara gidiyorum, ama yerinde yiyince yemeklerin çok daha acı olduğunu farkediyorsunuz. Her masada bulunan chilli sos ve acı biberler de ölümcül, o yüzden yemeğe katarken aman diyeyim minik minik katın. Tayland’da yediğimiz ilk yemekten sonra kulaklarımızdan ateş çıktı. Gidip hemen mangolu bir dondurma aldık, biraz olsun acıyı geçirdik.

Yemekten sonra AVM’deki AIS mağazasına gidip birer sim kart aldık, Tayland’da Grab ve Google Maps gibi uygulamaları her an kullanabilmek için internet paketi olan birer kart edinmek önemli. Bu işimizi halledince çıkıp alışveriş merkezlerinin yanındaki Benchasiri Park’tan geçerek otele döndük. Tropik iklim Bangkok gibi bir metropolde bile kendini gösteriyor, bu kendi halinde, ufakça parkta bile ağaçlar yerden adeta fışkırmış. Parkın içinden yürürken içimiz açıldı.

bangkok-phrom-phong-Benchasiri-Park
Benchasiri Park

Otelde biraz dinlendikten sonra ilk işimiz resepsiyona masaj için iyi bir spa sormak oldu. Tayland’daki masaj kültürü belki başka hiçbir ülkede yok. Ülkede nereye giderseniz gidin sıra sıra masaj salonları, hiç olmadı yola bir tabure atmış ayak masajı yapan insanlar göreceksiniz. Tabii bu salonlardan bazıları “happy ending”li masajlar yapıyorlar, bizim istediğimiz bu değil. Resepsiyondaki tatlı kız bize Rakuten Spa‘yı önerdi, bir saatlik ayak masajıyla yolun bütün yorgunluğunu attık. Artık saatlerce yürümeye hazırdık!

BTS hattını takip ederek şehir merkezine doğru yürürken Bangkok’un kaotik tarafını görüyor insan. Yollarda sayısız araba, tuktuk, motorsiklet, camsız klimasız otobüsler vızır vızır gidiyor. Şık kadınlar Prada çantalarıyla bir alışveriş merkezinden öbürüne güle konuşa giderken yolun alt tarafında insanlar egzoz dumanlarının içinde günlük alışverişlerini yapıyor. Her yerde bir gürültü, bir koşuşturmaca. Yine de bu kaos insanı bunaltmıyor, açıkçası biz bu yoğun akşamüstünde Bangkok’un kalabalığının bir parçası olmaktan çok keyif aldık.

Global şirketlerin havalı ofislerinin, lüks otellerin, büyükelçiliklerin ev sahibi şık Phloen Chit bölgesine varınca Wireless Road’a döndük. Burası çok derece Avrupai, iki yanı ağaçlı güzel bir cadde. Kocaman, yemyeşil bahçesiyle Amerikan Büyükelçiliği buradaki en göz alıcı kompleks. Wireless Road’un sonunda ise asıl vaha, Bangkok’un akciğeri Lumphini Park var. Bu kocaman parkta muhteşem tropik bitkiler, çiçekler, kertenkeleler, yapay göletin içinde tuhaf tuhaf balıklar görmek mümkün. Biz gittiğimizde mesai saatleri bitmişti, yüzlerce Bangkoklu parkta koşuyor, yoga, tai chi yapıyor ya da çimenlerde parkın tadını çıkarıyordu.

lumphini-park-bangkok-kertenkele
Merhaba dostum
lumphini-park-girl-bangkok
Amacım cici eteğimi göstermek değil, sivrisinekleri uzaklaştırmak!
lumphini-park-joggers
Bangkoklular akşam sporunu seviyor

Güneş batmaya yüz tutunca bir Uber çağırıp Chinatown’a gittik. Çoğu dünya metropolünde olduğu gibi Bangkok’ta da bir Çin mahallesi olmasını bekliyorduk ve burayı gezme fikri bize o kadar da ilginç gelmiyordu açıkçası. Yemek bloglarında buradaki sokak yemeklerinin muhteşem olduğunu okuyunca fikrimizi değiştirdik. Bölge de oldukça değişikti, coğrafi olarak Çin’e yaklaştıkça Çin mahalleleri de daha otantik oluyor herhalde. Burada New York veya Londra’daki Çin mahallelerinde asla görmediğimiz bir çeşitlilik var. Tuhaf ürünler satan yan yana bir sürü dükkan, sokak ortasında envai çeşit, bazıları muhteşem görünen, bazılarının da ne olduğunu kesinlikle anlayamadığımız yemekler yapıp satan insanlar, neon tabelalar… Tam bir keşmekeş.

af-chinatown1_mini
Chinatown
bangkok-chinatown-durian-meyvesi
Bu acayip meyvenin adı durian

Ama yemekler gerçekten çok lezzetliydi! Çok kalabalık restoranları pas geçip küçük salaş bir yerde yediğimiz ördekli noodle nefisti. Sokakta birçok satıcının tezgahında kötü kokusu yüzünden halka açık yerlerde yemenin yasak olduğu durian meyvesi satılıyordu, ama ne yazık ki hep çok büyük parçalar sattıkları için alıp denemek istemedik. Aksi bir teyzenin tezgahından da tacoya benzer enteresan görüntüsü olan Kanom Bueang diye bir tatlı aldık, çıtır kabuğu ve içindeki kremasıyla oldukça güzeldi.

Tayland’da sokaktaki yemeklerin porsiyonları oldukça küçük, o yüzden insanlar az ama sık yemeye alışmış. Sabahın köründen gecenin bir yarısına kadar her yerde bir yemek tezgahının etrafına üşüşmüş insanlar görüyorsunuz.

bangkok-chinatown-ördek-noodle
Ördekli noodle

Chinatown’dan merkeze dönerken şu tuktukları bir deneyelim dedik. Üç tekerlekli mobiletlerin arkasına eklenen oturaklarıyla iptidai bir ulaşım aracı olan tuktuk Güneydoğu Asya’nın her yerinde var. Rengarenk ışıklarıyla çok sevimli görünseler de Bangkok’taki hava kirliliğini ve trafiği de olumsuz etkiledikleri de bir gerçek. Tuktuk Tayland’da genellikle turistler tarafından kullanılıyor, o yüzden sürücüleri fahiş fiyatlar çekebiliyor. İstediğimiz fiyatta anlaşabilmek için birkaç tanesini durdurup pazarlık yapmak zorunda kaldık. Nihayet birine bindik ve bizi Siam’a götürmesini söyledik. Püfür püfür esen rüzgar saçlarımızı savururken sokaklardaki ışık ve renk karmaşasının içinden geçmek gerçekten çok keyifliydi. Tayland’a gelmişken en az bir defa tuktuka binmek lazım.

Siam’da onlarca alışveriş merkezi var, en büyüklerinden MBK Foodhall’ın dışında her akşam açık havada bir yemek ve hediyelik eşya pazarı kuruluyor. Pazardaki jumbo karidesleri görünce dayanamayıp ikinci akşam yemeğimizi de orada yedik.

bangkok-siam-gece-manzara
Siam’ın gece görüntüsü

Ertesi gün otelimize yakın sevimli Brainwake Cafe‘de hızlı bir kahvaltı yaptık. Asya’da genel olarak kahvaltının diğer öğünlerden bir farkı yok. Noodle çorbası veya pad thai gibi yemekleri kahvaltıda da yiyorlar.

kahvaltı-brainwake-cafe-bangkok
Brainwake Cafe

Özellikle Tayland’da çok fazla Batılı expat ve turist olduğu için Batı tarzı kahvaltı da hemen her yerde bulunuyor ama fiyatı birazcık daha pahalı oluyor. Benim seyahatlerdeki mottom “Roma’dayken Romalılar gibi davran” olduğu için noodle çorbasını hüplettim ama Arda’nın Amerikan kahvaltısı da güzeldi.

thai-breakfast
Tayland usulü kahvaltı

Kahvaltıdan sonra bir Uber çağırıp Grand Palace’a gittik ama oraya varınca büyük bir hayalkırıklığıyla özel bir resepsiyon nedeniyle öğleden sonra kapalı olduğunu gördük. Zaten etrafı da koca koca tur otobüsleriyle gelmiş Çinli turistler sebebiyle aşırı kalabalıktı. Buraya dönüşte Bangkok’a tekrar geldiğimizde sabah erken saatte gelmeyi aklımıza yazıp Wat Pho’ya doğru yola çıktık.

Grand Palace’ın hemen güneyinde yer alan Wat Pho, Bangkok’ta en çok ilgi gören tapınak komplekslerinden biri. Yaklaşık 50 metre uzunluğunda, 15 metre yüksekliğindeki altın varak kaplı Yatan Buda (Reclining Buddha) heykeliyle ünlü.

wat-pho-yatan-buda
Yatan Buda heykeli
wat-pho-yatan-buda
Arkadaşın keyfi yerinde gibi
be-reclining-buddha29_mini
Buda’nın ayaklarının altı sedef taşlarla süslü

Burası önemli bir geleneksel tıp ve meditasyon eğitim merkeziymiş. Hatta Tayland’ın ilk üniversitesi ve aynı zamanda Thai masajının doğduğu yer olarak kabul ediliyor. Hala kompleksin içinde masaj yaptırabileceğiniz, masaj kursları da veren bir merkez var.

bd-wat-pho39_mini

bd-wat-pho36_mini

bd-wat-pho38_mini

Kompleks bir labirent gibi, her tarafı değişik süslemelerle bezeli binaların içinde kayboluyorsunuz.

bg-wat-pho45_mini

bg-wat-pho60_mini

Tüm Budist tapınaklarında olduğu gibi, buraya da girerken omuz ve dizleri kapatan giysiler giymek ve tapınakların içine girerken ayakkabıları çıkarmak gerekiyor. Wat Pho’nun giriş ücreti 100 Baht (Mart 2018 itibariyle), bu ücrete bir şişe su dahil. O suyu alın ve için, hava çok sıcak.

bg-wat-pho22_mini

Wat Pho’dan çıkıp nehir kenarına gidince Chao Praya nehrinin karşı tarafına geçen kayıkların kalktığı iskeleye ulaşıyorsunuz. Görkemli Wat Arun tapınağı buradan elimizi uzatsak dokunabileceğimiz kadar yakındaymış gibi görünüyor.

bj-wat-arun9_mini
Wat Arun’dan Wat Pho’nun görünüşü

bj-wat-arun32_mini

Wat Arun’dan da manzara hiç fena değil. Biz gittiğimizde yaklaşık 82 metrelik kulesinin en tepesine çıkmaya izin verilmiyordu ama çıktığımız noktadan da nehir ve etrafındaki bölge değişik açılardan çok güzel görünüyor.

bi-wat-arun1_mini

bj-wat-arun42_mini

Beş kuleli tapınak geometrik yapısı ve üzerindeki renkli seramik çinileriyle Wat Arun benim Bangkok’ta en sevdiğim yer oldu (giriş ücreti 50 Baht).

bj-wat-arun23_mini

bj-wat-arun52_mini

bj-wat-arun2_mini

Wat Arun’u gezdikten sonra tekrar karşıya geçip nehir kenarından yürümeye başladık. Çarpık çurpuk sokakları ve her şeyi satan dükkanlarıyla burası Eminönü’nün arka taraflarını andırıyordu, etrafta da pek turist falan yoktu. Biz de Phil’in programında görüp nefis kokteyllerini denemek istediğimiz Err‘de oturup biraz soluklandık. Yemekler fena değildi ama kokteyller gerçekten süperdi.

err-kokteyller

err-kokteyller

Yeterince dinlendiğimize karar verince seyahatlerde en sevdiğimiz şeyi yaptık, yani yürüye yürüye şehrin turist haritalarında bulunmayan bölgelerini gezdik. Nehir kenarında güneşin batışını izlemek çok güzeldi.

bangkok-çiçek-pazarı
Bu pazarda tapınaklarda Buda’ya sunulan çiçekler satılıyor

by-bangkok-dusk5_mini

 

bz-chao-praya-river-sunset35_mini

Bangkok’ta yemek konusunda en büyük şanssızlığımız Jay Fai‘de yemek yiyememek oldu. Gösterişsiz bir sokak köşesindeki salaş restoranında pilot gözlüklerini takmış, kazanın başında nefis yemekler yapan bu abla çok meşhur. Hatta bir Michelin yıldızı bile varmış.

thipsamai-pad-thai
Pad Thai

İlk gidişimizde maalesef tatilde olduğu için kapalıydı, biz de hemen yanındaki Thip Samai‘de nefis birer Pad Thai yedik. İkinci gidişimizde ise tüm masalar rezerveydi ve rezervasyonsuz müşteriler için bekleme süresi iki saatin üzerindeydi! Bu kadar salaş bir restoran için rezervasyon yaptırmamız gerektiğini hiç düşünmemiştik, siz gidecek olursanız aklınızda bulunsun.

jaa-fai
Bir dahaki sefere ablacım

Bangkok’taki ikinci gecemizde şu meşhur gece hayatını görelim dedik. Bangkok’ta kızların şov yaptığı üç tane ana bölge var, Soi Cowboy, Nana Plaza ve Patpong. Bize en yakın olanı Soi Cowboy, her iki yanında barlar olan küçük bir sokak. Barların önünde değişik üniformalar veya bikini falan giymiş kızlar duruyor, gelen geçeni içeri çağırıyorlar. Sokakta normal masalar var, turistler oturup bira içiyor. Barların içine genelde sadece yaşlı başlı amcalar giriyor, kızlar bunların masalarına bildiğin konsomasyona gidiyorlar. Biz Hangover filmindeki Tilac bara gittik, oradaki şovda da bir numara yoktu açıkçası. Kızlar sokakta giydikleri kıyafetlerle pop müzik eşliğinde sağa sola salınıyorlar. Bence asla seksi değil, gayet tuhaf bir ortam. Burası bizi çok açmadı açıkçası, birer bira içip televizyondaki Başakşehir maçını izledik 🙂

Ertesi sabah erkenden adalara, sonrasında da Chiang Mai’ye gittik ve Bangkok’tan yaklaşık on gün ayrı kaldık. Döndüğümüzde Rama I Road’da, stadyuma yakın Happy3 diye bir otelde kaldık, minimalist tatlı bir yer. Eşyalarımızı bırakıp uzun bir yürüyüşle Jay Fai’ye gittik ama daha önce de yazdığım gibi çok sıra vardı. Biz de Krua Apsorn diye bir deniz ürünleri restoranına gittik, yemekler çok güzeldi. Yakınlarda bir hostelin rooftop barında bir şeyler içip geceyi noktaladık.

lf-bangkok2_mini
Bangkok’da akşam pazarı

lf-bangkok1_mini

Bangkok’daki son günümüzde önceden aldığımız dersle sabahın köründe kalkıp otelden çıkış falan yapmadan Grand Palace’a gittik. Burası Bangkok’un en popüler turistik yeri ve giriş ücreti de oldukça yüksek (500 Baht, yaklaşık 70 TL – Mayıs 2018 itibariyle). Saray kompleksindeki binalar tam anlamıyla göz kamaştırıcı. O kadar çok renk, o kadar farklı mimari stil bir araya gelmiş ki, bütün bunlar muhteşem bir kaos oluşturuyor. İnsan nereye bakacağını şaşırıyor.

ma-grand-palace36_mini

ma-grand-palace11_mini

1925’e kadar kraliyet ailesinin konutu olarak kullanılan saray artık sadece resmi ve dini törenlere ev sahipliği yapıyor. Burada hem konut ve resmi işlevleri olan binalar, hem de tapınak ve çeşitli anıtlar var. Bu tapınakların arasında Wat Phra Kaew, veya Türkçe adıyla Zümrüt Buda Tapınağı da var. Dışarıdan diğer tapınaklardan bir farkı yok açıkçası, ama içindeki 13. yy.dan kalma meditasyon halindeki Buda’yı tasvir eden zümrütten yapılmış heykel çok kutsal kabul ediliyor. Ayrıca heykelin üzerindeki altın kıyafetlerin mevsime göre yılda üç defa değiştiriliyor olması da hoş bir detay.

ma-grand-palace17_mini

ma-grand-palace49_mini

Zümrüt Buda Tapınağı’nı geçince saray binalarına ulaşıyorsunuz. Buradaki binalardan özellikle batılı neoklasik tarz ve geleneksel Tay mimarisinin bir karışımı olan Chakri Maha Prasat ilginç.

ma-grand-palace58_mini

Grand Palace gerçekten Tayland’da gezdiğimiz en etkileyici yerlerden biriydi, ama hava o kadar sıcak ve nemliydi ki sarayı gezdiğimiz ikinci saatin sonunda kıyafetlerimiz üzerimize yapışmış, kalabalıktan aptallaşmıştık. Ne kadar erken giderseniz gidin bunu göze almak gerekiyor sanırım. Sabah bir şey de yememiş olduğumuz için önce otelin olduğu bölgeye dönüp kahvaltı yaptık, kendimize geldik. Sonra da hemen yan sokağımızdaki Jim Thompson House’a geçtik.

mc-jim-thompson-house12_mini

Aslında bir mimar olan Amerikalı Jim Thompson, İkinci Dünya Savaşı sırasında asker olarak Tayland’a geldiğinde ülkenin kültürüne aşık oluyor ve Tay ipeğini keşfediyor. Savaş bittikten sonra buraya yerleşerek Tay ipeğini dünyaya tanıtıyor ve çok zengin bir tüccar oluyor. Nehir kenarındaki evi altı tane ahşap evin parçalarının birleştirilmesiyle oluşturulmuş, gelenekselle moderni birleştiren çok etkileyici bir ev. İçindeki ülkenin dört bir yanından topladığı sayısız sanat eseri, antika mobilya ve tekstiller de muhteşem.

mc-jim-thompson-house8_mini

Jim Thompson 61 yaşında gizemli bir şekilde kaybolduktan sonra evi bir müzeye dönüştürülmüş. Çok güzel organize olmuşlar, 100 baht’lık giriş ücretine rehberlerle yürüyüş turları dahil. Evi gezdikten sonra dışarıdaki güzel ve serin bahçede dinlenebilir veya paranız varsa dükkandan ipek eşarp veya gömlekler alabilirsiniz.

mc-jim-thompson-house20_mini

mc-jim-thompson-house21_mini

Jim Thompson House’u da gezdikten sonra uçağımızın kalkış saatine kadar epeyce boş vaktimiz vardı. Biz de Siam’daki Bangkok Arts & Culture Centre’a gittik.  Burası dışarıdan etrafındaki sayısız alışveriş merkezine benzese de aslında kocaman bir sanat merkezi. Alt katlarında birçok küçük galeri, sanat malzemeleri ve sanat eserleri satan dükkanlar ve cafeler var. Üst katları ise sergilere ayrılmış. Biz oradayken Tay sanatçı ve aktivist Vasan Sitthiket’in I AM YOU sergisi vardı.

md-bangkok-art-and-culture-centre9_mini.jpg

Sergiyi gezdikten sonra etraftaki alışveriş merkezlerinden sevdiklerimize hediyeler aldık, yine bir alışveriş merkezinde yemek yedik. Güneş alçalmaya başlayınca Centara Grand’in 55. katındaki Red Sky Bar‘a doğru yola koyulduk. Bangkok’un rooftop bar’ları meşhur, güneş batarken burada bir şeyler içip şehri izlemek turistler için de, zengin Taylar için de popüler bir aktivite. Bizim rezervasyonumuz yoktu, zaten o fahiş fiyatlı içkileri içmeye niyetimiz de yoktu. Birkaç gün önce Chiang Mai’de tanıştığımız İngiliz anne-kız bize rooftop barlarda masa beklerken istediğimiz gibi takılıp fotoğraf çekebileceğimizi söylemişlerdi. O yüzden bir güzel manzaranın tadını çıkarıp aşağı indik.

mf-red-sky-bar4_mini

mf-red-sky-bar12_mini

Bangkok’taki son saatlerimizde yine en sevdiğimiz aktivite olan ayak masajı yaptırmaya gittik. Ayakta geçirdiğimiz bu uzun günün de, Tayland’daki son iki haftamızın da yorgunluğunu atarken burada oluşturduğumuz güzel anılar aklımdan geçti. Bir gün tekrar geleceğimden eminim.

2 Comments Kendi yorumunu ekle

  1. Nasil Gezdim? dedi ki:

    Malezyada durian meyvesinden lokuma benzer tatlilar yapiyorlar ve tadi kesinlikle bir harika.

    Beğen

    1. aysetravels dedi ki:

      Biz de sonradan kurutulmuş halini yedik çok beğendik 🙂 En kısa zamanda Malezya’ya gidip deneriz umarım.

      Beğen

Yorum bırakın